Hayat içerisinde, bize sunulan her şeyi almak ve vermek üzerine bir denge kuralı vardır.
Sizler annenizden daima alıyor değilsiniz, anneniz de size hep veriyor değildir. Veriyor, alıyordur ve aslında her verişin içerisinde bir alış vardır.
Bir anne şöyle diyebilir: “Bak çocuğum, ben sana sütümü verdim; gece kalktım, fedakârlıklar yaptım, uykusuz kaldım, saçımı süpürge ettim... Ben verdim!” diyebilir. Bir çocuk da aynı şekilde, “Ben anneme, babama şunu şunu verdim.” diyebilir. Evet, vermişsinizdir ama verirken ne aldınız?
Hayatın içerisinde her zaman bir alışveriş vardır. Acaba sizler aldığınızı, verdiğinizi görebiliyor musunuz ya da alacağınıza ve vereceğinize karar verdiniz m?
Diyelim ki bir ilişkiniz var, bir ayrılık yaşadınız ve o ilişki bitti. Bu bir sevgili, bir iş, bir mekân olabilir. Ayrılmanın devamında, şuuraltınız kolaylıkla bırakabilmek için ‘o adam şöyleydi, bu kız böyleydi’ diyerek o şeyi öyle bir sistemle kötülemeye ve suçlamaya başlayabilir ki iyi taraflarını görememe durumu oluşmaya başlayabilir.
Bu sistemin yanı sıra kabul etmeme psikolojisi de vardır, inkâr psikolojisi. Belki aşık olmuşsunuzdur, ayrıldığınız kişi size bir aşk yaşatmıştır, belki size bir çocuk vermiştir. O paylaşımların içinde çok güzel şeyler yaşamışsınızdır ama şuuraltınız onların hakkını vermekten ziyade kötüleyerek, iterek uzaklaştırma ile ilgili çalışmalar yapabilir. Bu kısmı fark etmeniz, anlamanız oldukça önemlidir. İnsanoğlu o kadar kolay bırakamıyordur ki bırakmak için o şeye kötü demeye ihtiyaç duyuyordur. Bir şeye ancak çok kötü diyebiliyorsa o şeyi bırakabiliyordur.
Bir şeyin bırakılabilme zamanının geldiğini bilemeyen bir tarafımız olabiliyor. Oysa bir alışverişe gittiğimizde, bir peynir aldığımızda ürünün son kullanma tarihine bakarız. Tarihi geçmiş ürünler için, bunu almayayım, deriz. Peki hangi duygumuzu, kararımızı, yaşadığımız hangi hâli son kullanma tarihi geçtiğinde bırakıyoruz? O şeyi hayata tekrardan verebiliyor muyuz? Ölebiliyor muyuz orada? Birçoğumuzun sorun, problem dediği konu tam da burada başlıyor: Verebilme zamanı geldiğinde vermemek, son kullanma tarihi geçmiş olan ilişkileri, duyguları, düşünceleri, hatıraları, bilgileri, yaşanmışlıkları rafta tutmak.
Bir şeyi bırakma vaktimizin geldiğini nereden anlarız?
Evlerinizde eşyalar, kıyafetler biriktiriyor musunuz; kaç dönemdir giymediğiniz yazlık ve kışlıklarınız var mı? Bunlar olabilen şeyler. Kimse bu şeyin son kullanma tarihi geçti demez ama siz bilirsiniz. Belki o kıyafeti bir daha hiç giymeyeceksinizdir.
Dünya başıboş bırakılmış bir yer değildir. En ücra yerlerinde ateşe tapan, ilkel ayinlerle törenler yapan insanların olduğu yere dahi bilgi inmektedir. Bir alış veriş vardır ve göğün kapısı her yere açıktır. Önemli olan bizim kendi içimizdeki o kapıyı açıp alışverişe geçebiliyor olmamızdır. Kendi varlığımızdan, kendi özümüzden alabilmemiz ve verebilmemiz önemlidir.
İnsan, burada bir şeyleri bırakmadığında ruhundan ve özünden alamamaya başlar. Maddeden o kadar almak istiyordur ki bu sebeple ruhundan alamamaktadır. Oysaki ikisi de şunu der: Ben sana vereceğim ama boş yerin var mı? Yeni bir şeyler istiyorsun, hayatında -bir ilişki, bir hâl, bir durum olsun- yeni bir şeyler talep ediyorsun; yeni bir şeyin alınma talebinde bulunuyorsun, peki sen eskisiyle olan bağı kestin mi, eskisini bıraktın mı?
Bazen şunu söyleyeniniz olabilir; yeni sevgili, yeni aşk istiyorum. Bu kişilerin evlerine baktığımızda eski sevgilinin ne kadar malzemesi, hediyesi varsa, ne kadar resmi varsa orada duruyordur ve bağlar da durmaya devam ediyordur. Bir yenisi gelse dahi kişinin yeni için bir yeri yoktur. Yenisi var diye kendini kandıracaktır. Alış için veriş önemlidir.
Nefesinizi bırakmadığınız gibi, geçmişi sımsıkı tutarak yeniye bakarsanız yeniyi içeriye alamazsınız. Burası hayat ile alışverişin en ince noktasıdır.
Deneyimlerinizi, bilgilerinizi, bir kıyafet, bir yaşantı, bir ilişki gibi minnet duyarak ve sahiplenerek, “Bu benim inancım, ben bunu yaşadım, bunu yaşarken neler çektim biliyor musun? Bu ağrılar, bu sızılarla aldım bu bilgiyi; bu ilişkideki kızgınlık, hınç, kin beni ayakta tutuyor!” diyerek tuttuğunuzda, bu sefer bu alana odaklandığınız için bu alan içerisinde insanlar, olaylar yaratırsınız. Bu alanı genişletirsiniz, kameranın kadrajı burada olduğundan çekeceğiniz alan da burası olur.
İfade ettiğiniz; ağzınızdan çıkan, aynı zamanda kulağınıza da giren olduğu için; yani verdiğiniz, aynı zamanda da aldığınız olduğundan alışverişi kendi kader planınız içinde kendiniz yapar, yaratır ve duyar, gerçekleştirirsiniz. Kısır döngünün mekanizması bu şekilde oluşur. Peki olan nasıl değişir? Bir kelime ile... O kadar basit mi, diyebilirsiniz. Evet, o kadar basit, ama o basit görünen şeyin arkasında sizin potansiyeliniz, koca bir şuuraltınız vardır. Buzdağının üzerine bir kelime çıkar ama o bir kelimenin ardında hayata sunduğunuz, ısmarladığınız, alma talebinde bulunmak üzere verdiğiniz vardır.
İfade etmek, bir şeyi vermektir yani eril bir şeydir. İfade edip vererek alma talebinde bulunduğunuz şey potansiyelinizden gelir; gördüğünüzden, öğrendiğinizden. Bir kişi 10 yaşında iken bir deneyim yaşadı ve kafasında o deneyime dair bir not, bir fotoğraf alarak bunu bir inanç hâline getirdi ise o kişi artık o inandığının malı hâline gelir ve o şey, kişiyi yönetmeye başlıyor. Sahiplendiği şey kişiyi yönetir duruma geçer.
Sahiplenmeyi bırakarak sahip çıkmanız önemlidir. Size verilen ve sunulanlara emanet olduğunu bilerek sahip çıktığınızda sizin olmadığını bildiğiniz için o şeyi kolaylıkla verebilirsiniz. Oysa, bu benim, bunu kimseye vermem, ben bunun sahibiyim, dediğiniz şey eninde sonunda eliniz acıtılarak sizden alınır. Her canlı ölümü tatmak ve sizler aldığınız şeyi bırakmak durumundasınız.
Bugüne dair kararlar alın. Bugün, burada yeni bir hayata yeniden bakın. Yeniyi eski sirke kabına koyarsanız olmaz, der eskiler. Eski kaba koyulan yeniye eskinin kokusu siner. Yeni bir şey almak için yeni bir kabınız olsun. Deneyim, tecrübe, bilgi; bunlar için aklınızla kararlarınızı verecek güçtesiniz.
Şu an bütün potansiyelinizle yeniden bakarak, yeni bir karar verip bir adım attığınızda adımınız sizi şimdiden mutlu edecektir.
Sevgilerimle
Hoşça kalın.