
Var oluşun açıklanamayan yüzüne yüzümüzü dönelim ve ‘’Bir’’ olmanın içine dalalım.
Ne kadar kolay öyle değil mi?
‘’Bir’’izBen ‘’O’’yumAffediyorum, kabul ediyorum.Yansımalarım beni anlatır…
Gibi ifadelerle dile gelenler, yaşarken halimize ne kadar yansıyor?
Haydi gelin bakalım…
Bu dünya ikilikler yani dualite denilen zıtlıklar dünyası bunu biliyoruz. Aynı noktada başlayan yaşam akışta önce ikiye ayrılıyor.
Kadın- Erkek
Gece – Gündüz
Sıcak – Soğuk
İyi – Kötü
Saymaya devam etsek ederiz elbette ancak bu kadarı neyi anlatmaya çalıştığımıza yetmiştir.
Ayıran tarafımızı ifade eden bu dünya bize kendi sınırlarımızı çizdirir önce.
Yani ‘’BEN ve SEN’’ ile başlarız hayata.
Ben ve diğerleri ile devam ederiz.
Bu halimizin tanımı psikoloji için ‘’ ego ‘’ tasavvuf için ‘’ nefs’’tir.
Bizi biz yapan önce dışarıyla, ardından da içeriyle olan bağımızı kurmaktır.
Bu aşamada bazen dışarıyı bazen de kendimizi suçlamaya meylederiz.
Bir olay vardır bu olay keyifli ise bize değil ise dışarıya aittir.
Öteye koymayı severiz istemediğimiz ne varsa hayatımızda yer alan.
İşte tam bu noktada başlar kendimizle ve ötelediklerimizle savaşımız.
Biz kilo almıyoruzdur- metabolizmamız yavaştır.
Terk etmiyoruzdur- terk eden hep karşı taraftır.
Çok çalışıyoruzdur- ama hakkımızı alamıyoruzdur.
Anlatıyoruzdur- ama anlaşılamıyoruzdur.
Yaşam böyle akıp giderken birden bire aynı yerde dönüp durduğumuzu fark ediveririz.
Hep mi aynı insanlar, olaylar ve hatta bazen aynı ifadeler dönüp durur etrafımızda, bitmeyen bir kabusa döner hayatımız.
İşte orada devreye koşa koşa gidilecek, bizi ‘’erdirecek ‘’ hacılar, hocalar, psikologlar, uzmanlar, koçlar yani dışarıda danışılacaklar devreye girer.
Yıllar geçer, artık uzman bizizdir ancak ilacımız diğerlerine yararken bize etki etmez.
Anladığımız onca kavram ruhumuza yetmez.
Buluşacağımız yeri mi karıştırdık? Yoksa geriye doğru mu koştuk bilemeyiz.
İçimizde bir yerlerde huzursuzluk devam eder. Hala iyi ve kötü peşimizdedir.
Ne işi var ‘’ iyiler’’ dünyasında ‘’bunca kötünün’ anlam veremeyiz.
Biz ayırdıkça, ayrı düşeriz, birliğin kucağından kayar gideriz.
Oysa huzura giden yola‘’itiraz ‘’kapından değil ‘’ kabul’’ kapısından girilir.
İtiraz ettikçe biz, köpürür içimiz ve etrafımıza kızacak olayları çekeriz. İtiraz aslında kontrol etme isteğimizi gösterir. Bu da ‘benim istediğim gibi olsun’ dememizdir.
Bize bizi fark ettiren egomuz, bizden güçlü hale gelmiştir. İşte tam bu noktada kontrol etme çabamız her şeyi kontrolden çıkarır.
Hayatın akışına olan itirazımız onun yönünü değiştirmeye yetemez, olan ise bize yönümüzün tersliğini anlatır. Egomuz isteğinin peşine düşerken duyamaz ruhun sesini. Ruhun sesi incedir, kulak vermek gerekir.
Akışa itiraz eden tarafımız önce ufak sonra büyük darbelerle durabilir. Teslimiyet anına varıştır bu an ki işte orada her şey yoluna giriverir. Sesimiz kesilmiş kulak vermişizdir içimizden gelene ve olanı kabule geçmişizdir. Aslında başkada seçenek bırakmamışızdır kendimize. Ancak bundan sonrasında yol yine ikiye ayrılır.
Bu yaşadıklarıyla ruhuna kulak vererek özüyle buluşanlar ve kulağını kapayıp ‘’mış’ gibi yaparak oyalananlar.
Hepimizin özü bir ama yeryüzünün ikilik dünyası bizi ayırır ‘’ özüyle buluşanlar ‘’ve ‘’ buluşamayanlar diye.
tam anlamıyla şunu yaşıyorum ‘Yıllar geçer, artık uzman bizizdir ancak ilacımız diğerlerine yararken bize etki etmez.
Anladığımız onca kavram ruhumuza yetmez.
Buluşacağımız yeri mi karıştırdık? Yoksa geriye doğru mu koştuk bilemeyiz.
İçimizde bir yerlerde huzursuzluk devam eder. Hala iyi ve kötü peşimizdedir.’
teşekkürler.inşallah idrak edenlerden oluruz bir an önce